Snowden Filminin Uluslararası İlişkiler Disiplini Bağlamında Analizi

11 Eylül saldırılarından sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde güvenliğin dozu artırılmış, sadece Amerika’da yaşayan değil, neredeyse dünya çapındaki herkese şüpheli gözüyle bakılmaya başlanmıştır. Bunun sonucunda sıkı kontroller kendini her alanda göstermiş ve siber alan da bu sıkı denetimden nasibini almıştır. Attığımız her adımı sayan bir telefon, nabzımızı ölçebilen akıllı saatler, arkadaşlarımızla görüntülü konuşabileceğimiz dizüstü bilgisayarlar, hatta akıllı telefonlarımızla uzaktan kumanda edebileceğimiz; ışıkları yakabileceğimiz ya da ısıyı ayarlayabileceğimiz akıllı evler… 21.yüzyılın vazgeçilmez teknolojileri bazen 50-100 yıl önce yaşamış olan atalarımızdan daha şanslı olduğumuzu hissettirse de her şeyin bir bedeli olduğunu unutmamak gerekir. Şeylerin İnterneti (Internet of Things / IoT) kavramının hayatımıza girmesiyle beraber nesnelerin üzerinde daha mı çok kontrolümüz oldu, yoksa daha mı çok kontrol edilebilir olduk? Bir komplo teorisini andıran bu sorunun cevabı Snowden filmi ile açıkça verilmiştir.
Edward Snowden’ın bir bilimkurgu kitabını aratmayan yaşam öyküsü ilk olarak 2014 yılında Laura Poitras yönetmenliğindeki Citizenfour belgeselinde işlenmişti. Bu belgeselde Snowden, gerçek bir kişi olarak karşımıza çıkarken Oliver Stone yönetmenliğindeki Snowden filminde bu karakteri Joseph Gordon-Levitt’in canlandırdığını ve diğer karakterler için de oyuncu kullanıldığını görmekteyiz.
Oliver Stone, Amerika tarihindeki önemli olayları filme çekmeyi seven bir yönetmen olarak bilinmektedir. 1989’da Vietnam Savaşı’nda gazi olan Ron Kovic’in hayatını Born on the fourth of July (Doğum Günü 4 Temmuz olarak çevrilmiştir), 1991 yılında John F. Kennedy suikastini, 1995’te Nixon’ın hayatını ve gündeme geldiği skandallı öyküsünü anlatan yönetmen, Snowden filmi ile yine tarihi bir anı başarılı bir şekilde kadrajına sığdırmış ve gelecek nesiller için eski haberleri okumaya alternatif bir kaynak sunmuştur. [1]
Stone, anlatım konusunda da izleyicisini sıkmayan bir anlatım benimseyerek olayı baştan sona anlatmak yerine 2013 Haziran’ından bir kesit ile başlayıp Edward Snowden’ın hayatını geçmişe dönük anılar vererek anlatmayı tercih etmiştir. Film ilerledikçe hükümetin sıkı bir destekçisi olan, ve bu şartlar altında muhafazakar olarak nitelendirebileceğimiz Snowden’ın zaman içinde hükümet açısından nasıl tehdit oluşturmaya başladığını ve hatta vatan haini olup olmadığı tartışmalarının ortaya çıktığını görmekteyiz.
Snowden, CIA ve NSA (National Security Agency) gibi gizli bir takım istihbarat kurumlarında üst düzey görevler alan bir bilgisayar güvenlik danışmanı olarak karşımıza çıkıyor. 11 Eylül saldırılarının bir benzerinin yaşanmaması için Amerikan güvenliğine tehdit oluşturabilecek şüpheli kişiler, onların iletişime geçtiği kişiler, ve onların da iletişime geçtiği kişiler bu ajanslarca takibe alınarak ve böylelikle sonu gelmeyen bir ağ kurulmuş oluyor. Bu da istihbarat ajanslarının Amerika’daki bütün insanları, onların izni ve haberi olmadan izlediği anlamına gelir ki Amerikan yasalarına göre bu illegaldir. Snowden bu konu hakkındaki düşüncelerini filmin 58.dakikasında otel odasında verdiği röportajda şu şekilde ifade ediyor:
“Bu terörizmle ilgili değil. Terörizm sadece bir bahane. Bu ise ekonomik ve sosyal kontrol ile ilgili.”[2]
Vatan haini mi yoksa ulusal bir Kahraman mı?
Realist Perspektif:
Snowden’ın paylaştığı belgeler Amerikan hükümetinin illegal yollarla vatandaşları, hatta bütün dünyayı takip altına aldığını kanıtlasa da bütün ulusun güvenliğini ilgilendiren gizli belgeleri kamu ile paylaşması da realist açıdan mantıklı bir hareket değildir. İstihbarat bilgilerini sadece Amerikan halkının öğrenmesi bile bir güvenlik açığı oluşturacakken Snowden’ın paylaşımlarını medya sayesinde tüm dünya takip edebilmektedir. Filmde de bir çok kez göreceğimiz üzere “Gizlilik güvenliktir, ve güvenlik de zaferdir”. Snowden, halk içinde bir farkındalık oluşturmaya çalışırken bir yandan da devletini zora sokmuştur, çünkü yukarıda belirtildiği gibi bir bilginin kamuoyuyla paylaşılması demek bu bilgiyi herkesin bilmesi demek, herkesin bilmesi demek de düşmanın da bu bilgiyi bilmesi demektir. Bu yüzden Snowden, hükümet tarafından bir vatan haini olarak anılmaktadır.
Liberal Perspektif:
Konu Hesap verebilirlik (Accountability) prensibi üzerinden değerlendirilebilir. Amerika’nın kuruluşunu incelediğimizde demokratik prensiplerin üzerine kurulmuş bir tarih ile karşılaşırız. Kurulduğu dönemin mutlak monarşilerinden farklı olarak Amerika hesap verebilirlik prensibi üzerine kurulmuştur. Bu da halkın, hükümetin yaptıklarını sorgulayıp sonuçlarından hükümeti mesul tutabilmesi manasına gelmektedir. Bu yüzden Snowden, hükümetin masum insanları izlemesinin hem illegal olduğunu, hem de etik olmadığını düşünmektedir. Bir kişinin özel hayatının gizliliği ilkesi yalnızca bir şüphe dahilinde ve mahkeme kararıyla ihlal edilebilir. Bunun dışında ise devlet bile bireylerin özel yaşamına saygı duymalıdır. Duymadığı takdirde de bunun hesabını halka verebilmelidir. Bu konuda bir farkındalık oluşturmak için bu bilgiyi kamuyla paylaşan ve onları haberdar eden Snowden bu yüzden büyük bir kesim için de bir vatan haininden ziyade ulusal bir kahramandır.
Rabia Sezer