Genel

Doğu Türkistan ve Bölgedeki Sorunlar

Türklerin yaşadığı ülke anlamına gelen Türkistan’ın doğu bölgesini teşkil eden Doğu Türkistan, 1949 yılında Çin tarafından işgal edilmiştir. Çin yönetimi altında Doğu Türkistan, resmi adı “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” (Xinjiang Uygur Otonom Rayoni) olarak 1 Ekim 1955’te kurulmuştur. Çin’in batısında yer alan Uygur bölgesinin yüz ölçümü 1.6 milyon km2’dir. Bölgeyi çöller, ormanlar, dağlık alanlar ve tarım bölgeleri oluşturuyor. Aynı zamanda Asya kıtasının merkezinde bulunan bölge, coğrafi konumu ile önemli bir merkezdir. Doğu Türkistan, yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından oldukça zengindir. Ülke; petrol, altın, uranyum, demir, kurşun, kömür ve sezyum gibi zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Ayrıca bölgede zümrüt ve yakut gibi değerli taşlar da vardır. Ülkede hayvancılık da oldukça yaygındır ve geleneksel ekonomi, hayvancılığa dayanmaktadır. 150.000 km2’lik tarım arazisine sahip olan Doğu Türkistan’da mısır, yulaf, arpa, pirinç, mısır, üzüm, kayısı, kavun, armut, buğday, kestane, ceviz ve nar gibi ürünler yetişmektedir. Kaliteli bir şekilde yetiştirilen meyvelerden dolayı Doğu Türkistan “meyve vatanı” olarak da anılır.

Çin, Doğu Türkistan’ın tüm yer altı ve yer üstü zenginliklerine, insan gücüne ve Orta Asya’dan Çin’e giden enerji hatlarının geçiş güzergahlarına sahip olmak istemektedir. Bu da Doğu Türkistan’ın Çin için ne kadar stratejik öneme sahip olduğunu göstermektedir. Bu amaçla, bölge kaynaklarının tek hâkimi olmak isteyen Çin hükümeti, yıllardır Uygur halkı üzerinde siyasi, ekonomik ve sosyal baskılar uygulamaktadır. Uygur Türklerinin inançlarını, kültürlerini ve kimliklerini yok etmek için birçok zulmedici ve yıkıcı stratejiler belirlemiştir.

  1. Ekonomik Sorunlar

Ekonomik olarak gittikçe büyümekte olan Çin hükümeti için Doğu Türkistan, ekonomik olarak oldukça önem arz etmektedir. İlk olarak, bölgedeki yeraltı kaynakları devamlı olarak üretime odaklanan Çin sanayisine enerji sağlayan kaynaklardan olması nedeniyle büyük bir önem kazanmıştır. Bununla birlikte de ‘Orta Asya Cumhuriyetleri’nin özgürlüklerini ilan etmesinden sonra bu bölgede sahaya çıkan yeni pazarlar ve bu ülkelerin sahip olduğu doğal gaz ve petrol yatakları enerji konusunda 1993 yılından itibaren dışa bağımlı olmaya başlayan ve Ortadoğu’daki kaynaklara sahip olma açısından geciktiğini düşünen Çin için önemli hale gelmiştir.

Ekonomiye bir de Uygurların gözünden baktığımızda büyük bir ekonomik eşitsizlik söz konusudur. Yeni açılan fabrikalarda ve tüm yatırım alanlarında çalışma hakkı öncelikli olarak Çinli göçmenlere tanınır. Devlet alanlarında ve özel kurumlarda çalışan Çinli ve Uygur işçilerin maaşları arasında çok ciddi farklılıklar vardır. Bir Çinlinin yıllık geliri, bir Uygur’un yıllık gelirinden 3,6 kat daha fazladır[1]. Oysa 1982 Çin Anayasası’nın 33. Maddesinde “tüm ÇHC vatandaşlarının kanun önünde eşit” olduğu bildirilmektedir[2]. Çin Hükümeti Doğu Türkistan’ın ekonomik bakımdan gelişmesi için bölgeye ciddi yatırımlar yapmakta, sanayi kuruluşları, fabrikalar ve çeşitli iş alanları kurmaktadır. Ancak açılan fabrika ve iş merkezlerinde yine Çinliler istihdam edilmektedir. Bu bağlamda Uygur Türkleri’nin durumu, bir bakıma, köleliğe doğru evrilmeye başlamıştır da denilebilir.

2. Dinsel Sorunlar

Doğu Türkistan din çeşitliliğine sahip bir bölgedir. Bölgede, İslam, Lamaizm, Budizm, Taoizm ve Hristiyanlık (Katolik, Doğu Ortodoks Kilisesi) gibi farklı dinlere sahip birçok insan bir arada yaşamaktadır. Fakat bölgede çoğunlukta olan din İslam dinidir. Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası’nın 36.maddesinde “her Çin vatandaşının din ve inanç özgürlüğüne sahip olduğu” kabul edilmiştir. Buna ek olarak, 1 Ekim 1984 tarihinde yürürlüğe konulan Milli Sınırlara Sahip Özerk Bölgeler Yasası’nın 18. maddesinde de “milli otonom bölgelerin yönetim organlarının her milletten vatandaşın dini inanç ve özgürlüğünü” güvence altına aldığı belirtilmektedir.[3] [4] Tüm bu yasal düzenlemelere rağmen, Çin hükümeti tarafından alınan diğer resmi kararlar ile din üzerindeki baskıcı uygulamalar devam etmektedir. Doğu Türkistan’da Çinli yetkililer dini, etnik grupların milli ve kültürel kimliklerini yansıtan bir unsur olarak görmekte ve devlet güvenliğini tehdit eden bir tehlike olarak tanımlamaktadır. Bu sebeple etnik gruplar, milli, dini ve kültürel duygularını açıkça ifade etmek ve yaşamaktan mahrum kalmışlardır.

3. Sağlık Sorunları

Doğu Türkistan’da sağlık alanında da birçok sıkıntı vardır. Örneğin Çinli nüfusun %95’i devletin ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanmasına rağmen, bu oran Uygur Türklerinde %12 civarındadır.[5] Maddi yetersizliklerden dolayı birçok Doğu Türkistanlı, muayene olamamış ve hayatını kaybetmiştir. Doğu Türkistan hastanelerinde görevli olan doktorların yüksek çoğunluğu Çinli olup, hastalara gerekli hassasiyeti göstermemektedir. Hastaneye tedavi amacıyla giden Türklerin %70’i gerekli tedaviyi görmeden hayatını kaybetmektedir.[6]

Sağlık hizmet ve yöntemleri oldukça ilkel ve hastaneler hijyen ve teçhizat bakımından oldukça zayıftır. Şu da bilinmelidir ki bölge Çin’in nükleer deneme alanı olup, nükleer füze üssü de bu konumda yer alır.[7] Dünya Sağlık Örgütü’nün 1988 yılında yayınladığı raporda Hoten, Yarkent ve Kaşgar şehirlerinde 3961 kişinin salgın hastalıklara yakalandığı belirtilmektedir. Sovyet Nükleer Bakteriyolojik Silah Programı’nın eski çalışanı ABD’de yaşayan Ken Alibek 1992 yılında yayınladığı “Biohazard” kitabında, Bostun Gölü yakınındaki Malan’da Çinlilerin saklı nükleer üslerinin olduğunu açıkça yazmıştır.[8] Bu alanda 1964’ten 1997 yılına kadar hiçbir koruyucu önlem alınmadan 11’i yer altında olmak üzere 46 nükleer deneme yapılmıştır.[9] Yapılan bu nükleer denemeler bölgede yaşayan insan sağlığı, su kaynakları, tarım ve hayvancılığı yok eden ekolojik yıkımlara neden olmakta ve canlılara kalıcı zararlar vermektedir. Nükleer denemeler neticesinde milyonlarca insanın vücudunda kalıcı hasarlar meydana gelmiş ve yeni doğumların birçoğu sakat gerçekleşmiştir. 1984 yılında ki deneyim sonucunda yaklaşık 5000 genç aynı zamanlarda görme engelli veya felç olarak hayatına devam etmiştir.[10] Uluslararası insan hakları gruplarının araştırmalarına göre nükleer ve atom bombaların kullanılması sonucunda 210 bine yakın kişi hayatını kaybetmiştir. Urumçi radyosunda dile getirilen bir açıklamada, 1998 yılında, nükleer denemeler sebebiyle sarılık hastalığına ve deri kanserine yakalanan 122 bin kişiden %54’ünün hayatını kaybettiği belirtilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 1975-1985 yılları arasında lösemi vakalarının oranı %7 artmış ve nüfusun %10’u kansere yakalanmıştır.[11]

Doğu Türkistan halkı Çin’in ekonomik, dini ve diğer tüm sosyal sömürülerine karşı önemli bir direniş göstermektedirler. Bu direniş bireyselden ziyade bir toplum direnişidir. Hak ettiklerini, sahip oldukları şeyleri geri almaya atılan önemli bir mücadeledir. Bu yüzden tüm dünya halkları olarak biz insanların bu direnişe katkı sağlaması gerekir. Çünkü her şeyden önce burada yapılanlar insanlık suçudur. Bazı ülkeler Çin’e tepki gösterse de bu yeterli değildir. Hiçbir insanın, ırkından ve dininden dolayı sömürülmeyi ve zulüm görmeyi hak etmediğini düşünüyorum.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu