Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları (A39)

“Jeopolitik nedir?” Sorusuyla başlayacak olursak; Britannica’ya göre jeopolitik en genel tanımı ile uluslararası ilişkilerde güç ilişkileri üzerindeki coğrafi etkilerin analizidir. Jeopolitik, 19.Yüzyılın başından itibaren ülkeler arasındaki güç mücadelesini ve uluslararası sistemi etkileyen bir bilim dalı olmuştur. Bu açıdan klasik jeopolitik yaklaşımlar, devletlerin coğrafi alanlar üzerinde denetim kurması ve devletlerin genişlemesi için gerekli olan coğrafi nedenler üzerine odaklanmıştır. Literatürde bu kavram ilk olarak İsveçli Rudolf Kjellen (1864-1922) tarafından kullanılmış, ancak bilimsel anlamda, Alman coğrafyacı Friedrich Ratzel (1844-1904) jeopolitiğin temellerini oluşturmuştur. Ülkenin özel konumundan dolaylı kazandığı askeri (stratejik), siyasi ve ekonomik önemi ifade etmek için kullanılan kavram, bir devletin savunma politikasını ve savunma stratejisini coğrafi faktör ve olayları dikkate alan planlama esasları olarak tanımlanabilir. Ayrıca Jeopolitiğin doğumunda önemli olan 2 emperyalist düşünür Ratzel ve Kjellen’dir.
İlk olarak Friedrich Ratzel ile başlayacak olursak, Modern ve sistematik siyasi coğrafyanın kurucusu sayılan Alman coğrafyacı Ratzel’in (1844-1904) 1897’de yayınlanan ‘’Politische Geographie’’ (Siyasi Coğrafya) adlı eseri, modern jeopolitiğin başlangıcı olarak kabul edilir. Ratzel kuramında hayatta kalmak isteyen devletler için sınırlarını genişletmenin bir strateji olduğundan bahsederek genişleme politikasına jeopolitik bir dayanak oluşturur. Ratzel devleti biyolojik bir kavram olan ‘living organism’ (yaşayan organizma) olarak görüyordu. Peki, bu ne demek? Ya da Jeopolitik ile ilgisi nedir diye bakacak olursak; temel mesele burada biyolojik kavramların alınıp topluma uyarlanmasıdır. Yaşayan organizmalar ya büyüyecek ya da ölecek dolayısı ile hayatta kalmak isteyen organizmaların büyümesi doğaldır mantığı. . Son olarak Ratzel’de LEBENSRAUM (living space) kavramına değinecek olursak; gelişen Almanya’nın hayat sahası için yeni işgallere ihtiyacı olduğuna ve bu sürecin doğal bir süreç olduğuna vurgu yapar. Daha sonrasında ise bu kavram Almanya’nın vizyon oluşturmasında Hitler tarafından propaganda aracı olarak kullanılmıştır. İkinci olarak, Jeopolitik kelimesini ilk defa kullanan İsveçli Rudolf Kjellen’i(1864-1922) ele alalım. Ratzel’in düşüncelerini temel alıp geliştiren Rudolf Kjellen “Bir Yaşam Biçimi Olarak Devlet (1916)” adlı eserinde jeopolitiği, “somut bir mekânda yerleşen, sürekli genişleyen ve gelişen, coğrafi ve biyolojik bünyelerin bir karışımı olan devlet hakkında bilim” olarak tanımlamıştır. Dahası Jeopolitik bilimi 19.yy’da etkili olan bir bilim dalı olmuştur. Bunda sanayi devriminin büyük bir etkisi olmuştur. Çünkü artık endüstrileşmiş toplumlar mevcuttur. Dolayısıyla klasik jeopolitik artık kullanılacak bir durumdadır. Dahası, Klasik jeopolitik teorileri 3 taraftan sınırlandıracak olursak 1. Amerikan Jeopolitik Ekolü Alfred Thayer Mahan (1840-1914) 2. İngiliz Jeopolitik Ekolü Halford Mackinder (1861-1947) ve 3. Alman Jeopolitik Ekolü Karl Haushofer (1869-1946) karşımıza çıkar. Mahan döneminde önemli yansımaları olan bir kişilikti, kendisi deniz gücünün önemine vurgu yaparak ABD’nin karar almasında önemli bir isim olmuştur. Çünkü Mahan denizi bir savaş aracı, ticaret ve koloni edinme parçası olarak görmektedir. Dahası, Mahan deniz gücünün öneminden bahsederken vurguladığı 3 temel nokta bulunmaktadır, bunları sırası ile şöyle sıralayabiliriz. 1.Deniz Ticareti (Maritime Commerce) : Bu noktada Mahan ekonomik başarı için deniz ticareti gereklidir deyip güçlü bir deniz kolunun olması ticaretin daha geniş alanlara yayılarak önünün açılmasını sağlar diyor. 2. noktada Mahan; bir devletin kendi ticaretini koruyup düşmanınkini engellemesinin en iyi yolunun deniz hâkimiyetini sürdürebilecek kapasitede olan savaş gemilerinden oluşan bir filonun denizlerde konuşlandırılmasıyla mümkün olabileceğinden bahsediyor. 3. noktada ise denizde hâkimiyet kurmuş bir devletin karada hâkimiyet kurmuş bir devleti yenebileceğine vurgu yapıyor. İngiliz Jeopolitik Ekolü Halford Mackinder (1861-1947) ise Heartland Doctrin’i ile ün salmıştır ve Kara Hâkimiyet Kuramı şeklinde de bilinmektedir. Ona göre coğrafya bilmemek savaşı kaybettirebilir. Mackinder coğrafi bilgiye ciddi önem vermiştir. Ayrıca Mackinder dünya hâkimiyet formülünüde vermiştir; Doğu Avrupa’ya hükmeden Kalpgah’a, Kalpgah’a hükmeden Dünya Adası’na, Dünya Adası’na hükmeden ise dünyaya egemen olur demiştir. Bu çerçevede heartland neresidir diye baktığımızda; Batıda Volga nehri, doğuda Sibirya, güneyde Himalayalar ve kuzeyde Buz Denizi arasında kalan bölgedir. Dahası Mackinder dünyayı 3 bölgeye ayırmıştır; Avrasya’nın içindeki Heartland, Heartlandi kuşatan iç hilal ve iç hilali de kuşatan dış hilal bölgesi. 3. Jeopolitisyen olarak Haushofer ise Kjellen, Friedrich Ratzel ve Halford J. Mackinder’den etkilenmiştir. Haushofer özellikle Ratzel’in devleti canlı bir organizma olarak gördüğü görüşünden etkilenmiş; bunu Almanya’ya uygulayarak büyüyen ve gelişen Almanya’nın bir Hayat Sahası’na (Lebensraum) gerek duyacağını ve bu gerekliliği gidermek için, gerekirse işgal politikaları uygulanmasının doğal olduğundan çalışmalarında bahsetmiştir.
Son olarak küresel Jeopolitiğin yansımalarına değinecek olursak; günümüzde SSCB’nin yıkılışı ile birlikte ortaya çıkan tek kutuplu ve bu nedenle tehlikeli olan ortamda tek süper güç olma özelliğindeki Amerika Birleşik Devletleri küresel egemenliğini geliştirmek için değişik yöntemler kullanmaktadır. Bu yöntemler içerisinde ekonomik ve finansal faktörler yanında kültürel faktörler de önemli birer unsur olarak yer almaktadır. ABD’nin küresel egemenlik için uygulamakta olduğu diğer bir strateji ise enerji kaynakları ve bu kaynakların nakil hatlarını kontrol altına alma esasına dayanmaktadır. Avrasya’nın potansiyel bölgesel jeopolitiğinin temelinde bölgede var olan enerji kaynaklarının dünya geleceği açısından arz ettiği önem yatmaktadır. Merkez bölge olarak nitelendirilen Orta Asya ve Hazar denizinde var olan enerji kaynakları rezervlerinin kontrolü için ABD, Rusya, Çin İran ve Türkiye büyük satranç oyununda rol oynayan ülkelerdir. Kısaca, ABD’nin enerji kaynaklarını ve bu kaynakların nakil hatlarını kontrol ederek küresel ekonomiye yakın olma ve bu yolla da dünyaya egemen olma gayretleri gelecekte küresel jeopolitiğin yönünü belirleyecektir.
Öğr. Gör. İsmail Hakkı İşcan’ın Uluslararası İlişkilerde Klasik Jeopolitik Teoriler ve Çağdaş Yansımaları adlı makalesinden derleyen : Kıymet DİLMEÇ