Avrupa Birliği ve Güvenlik Anlayışı

Güvenlik kavramının, özellikle Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra anlamı ve kapsamı büyük oranda değişmiştir. Etnik çatışmalar, dini çatışmalar, uluslararası terörizm ve kitle imha silahlarının (teknoloji ile birlikte) yayılması sonucunda güvenlik tehditleri de dünya genelinde artmaktadır. Güvenlik kavramı, insanoğlu var oldukça varlığını sürdürecektir. Örgütler ise tam da bu noktada devreye girmektedir. Devletler, ortak güvenlik tehditleri nedeniyle birlikte hareket etmek zorunda kalmaktadır. Birlikte hareket etmeleri için gerekli olan şey ise çeşitli örgütler vasıtasıyla yol çizmektir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası sistemde görülen çeşitli değişiklikler, tehditler ve fırsatların ortaya çıkması sonucunda Avrupa’nın güvenlik sistemini gözden geçirmesine neden olmuştur. Bu dönem Soğuk Savaş’ın bitimine kadar ilerlemekte ve yeni tehditler doğurmaktadır.
Avrupacılık ve Atlantikçilik
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Maastricht Antlaşması ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasında ilk adım atılmıştır. Avrupa ülkeleri daha öncesinde Paris anlaşması ile önemli güvenlik önlemleri almış olmasına rağmen bu güvenlik önlemlerini de çağı yakalamak adına gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Fakat AB üye devletleri arasında “Avrupacılık ve Atlantikçilik” adı altında bir fikir ayrılığı vardır. Bu fikir ayrılığının temel aktörleri Atlantikçi İngiltere ve Danimarka ile “Avrupa kıtasının kendi savunma mekanizmasını oluşturması gerektiği” fikrini öne süren Fransa’dır. Atlantikçi görüşü savunan ülkeler, ABD’nin de Avrupa Birliği’nin güvenlik politikalarında yer almasını istemektedir. Avrupacı görüş ise bunun zıttı olan, Avrupa’nın güvenliğinden sadece Avrupalı ülkelerin sorumlu olduğu fikrini savunur. Bu iki zıt tarafın fikir ayrılığı sebebiyle AGSP’nin ilerleme sürecinde aksamalar olduğu açıktır.
Bazı akademisyenler, ABD’nin Avrupa Birliği’nin en büyük düşmanı ve en büyük müttefiki olduğundan bahsetmektedir. Bu fikir doğrultusunda düşünecek olursak, Avrupa ülkeleri kıta içerisinde siyasi iş birliğini daha da artırması, kendi savunma gücünü oluşturması veya mevcut durumundan daha yüksek bir mertebeye ulaştırması sonucunda ABD ile rekabet etme şansı bulabilir.
Öte yandan AGSP’nin uluslararası bir işlevi daha vardır. ABD ve NATO’nun müdahale edemediği ya da müdahale etmek istemediği kriz bölgelerinde askeri ve sivil operasyonlar gerçekleştirmek için olanak sağlamaktadır.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Tarihsel Süreci
Soğuk Savaş dönemi boyunca Avrupa Birliği, yani Avrupa Topluluğu, içerisinde bir güvenlik ve savunma politikası geliştirilmesi konusunda yıllar boyunca tam bir birlik sağlanamamıştır. 1990’lı yıllara gelene kadar birkaç girişim yer almış, bu çabalar daha çok ortak bir dış politika üzerinde yoğunlaşmıştır. AB’nin Ortak Güvenlik Politikası adı altında daha önce “Avrupa Savunma Topluluğu” ve “Fouchet Planı” girişimleri bulunmuştur. Fakat bu girişimler başarısız olmuş, sonucunda ise Avrupa Birliği üye devletleri arasında dış politika arayışları ivme kazanmıştır. Avrupa Birliği, 1990’ların sonunda St.Malo ve Köln zirveleriyle Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikalarının kurumsal yapısını oluşturmaya başlamıştır.
Avrupa Güvenliği ve Türkiye
2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye, kendini koruyabilecek ve savaşa girebilecek seviyede değildi. Bu durum Türkiye’nin güvenliğini sağlamak konusunda sorun yaşayacağına işaret ediyordu. Bu dönemde Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikası, Türkiye’yi kendi tarafına çekmekten çok NATO ile işbirliği yapmasına neden olmuştur. Sovyetlerin Boğazlar ve Kars Ardahan taleplerinin, Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturacak düzeye ulaşması nedeniyle Türkiye’nin Batı kanadına yaklaşması bir tercihten çok zorunluktur. .) Fakat Türkiye’yi Avrupa’ya yakınlaştıran esas etmen ABD’nin güvencesi olan Truman Doktrinidir. Daha sonra Türkiye, Kore Savaşı’na asker göndermesi sonucunda 1952’de NATO’ya üye olmuştur. Bu olayların Türkiye’yi Avrupalı ülkelere yakınlaştırdığı söylenebilir.
AB’nin ortak güvenlik ve savunma politikası geliştirme çabalarını dikkatle izleyen Türkiye, AGSP’den dışlandığı takdirde, AB’nin, NATO kaynaklarını kullanarak girişeceği operasyonlarda veto hakkını kullanacağını sürekli olarak ifade etmiştir.[1] Bunun yanında Türkiye’nin NATO üyeliği, Avrupa güvenliği içerisinde yer alabilmesi açısından elindeki en büyük imkandır.
AB, AGSP ile kendi güvenlik yapılanmasını geliştirmeye çalışmışsa da 2000’li yıllarda da, NATO’nun sağladığı askeri güvenlikten faydalanmış, ama bir yandan da güvenlik kavramının daha sivil tarafına eğilmeye özen göstermiştir. Çünkü AGSP, NATO gibi askeri bir ittifak olmak yerine daha çok; siyasi bir topluluğun güvenlik boyutunu geliştiren taraf olarak ilerlemiştir.[2] Bu durumda Avrupa Birliği, AGSP’yi kendi varlığını bütünleyici bir etken olarak görmüştür. Fakat yine de NATO’nun ulaştığı güvenlik düzeyine ulaşamadığı için güvenlik anlamında tam anlamıyla bütünleyici olamamıştır.
Türkiye’nin, 11 Eylül’den sonra hem Avrupa Birliği hem de ABD ile ilişkileri karmaşık bir hal almıştır. Bu süreçte Türkiye ve ABD ilişkileri karmaşıklaştıkça AB ile AGSP bağlamında hiçbir ilerleme kaydedilememiştir.
Sonuç olarak Türkiye, Soğuk Savaş dönemi boyunca üyesi olduğu NATO aracılığıyla Avrupa’nın güvenlik sistemi içinde yerini almıştır. Bu dönemde Batılı devletlerin tek sorunu olan Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’nin önemli bir yeri vardır.
Yazının başında bahsedildiği gibi, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve dengelerin değişmesi aynı zamanda yeni güvenlik yaklaşımlarına ve tehdit unsurlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu da Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişkilerin tamamen değişmesine neden olmuştur. Belirsiz bir halde olan bu siyasi ilişki, birleştirici olmamakla birlikte iki tarafı birbirinden ayırmamaktadır.
Bedirhan Çelik