Genel

Çin’in Barışçı Yükseliş Teorisinin Çok Kutuplu Uluslararası Sistemde Rol Model Olma Olasılığı Mümkün mü?

  11 Eylül 2001’de küresel finans, güvenlik ve siyaset merkezleri olarak bilinen ABD’deki İkiz Kulelerin El Kaide terör örgütü tarafından saldırıya uğraması sonrası, dönemin ABD başkanı George W.Bush’un küresel terör ile mücadelede doktrinleştirdiği ‘önleyici savaş’ anlayışının uygulamaya geçmesiyle birlikte Müslüman coğrafyalarda yaşayanlara yönelik saldırıların kademeli olarak arttığı görülmüştür. Nato’nun 5. Maddesinin Kolektif Güvenlik Mekanizmasının ilk defa Irak ve Afganistan müdahalelerinde ABD ittifakı içinde yer alınarak çalıştırılması, uluslararası sistemdeki tek kutuplu yapıdaki ABD liderliğinin alternatifsizliğinin yarattığı avantajı kullanmasına yol açmıştır.11 Eylül saldırısıyla küresel hegemonyasına ağır darbe alan ABD’nin, küresel konsensüs arayarak farklı coğrafyalarda müdahalelerde bulunması Çin’in Doğu Türkistan, Rusya’nın Kafkasya ve Çeçenistan’daki Müslüman unsurların terör listelerinde kabul ettirilmesine fırsat sağlamıştır. ABD’nin silah endüstrisi ve savunma harcamalarıyla Ortadoğu’daki müdahalelerinin 2001-2019 dönemleri arasında maliyeti 6 trilyon doları bulurken, gelişmekte olan ülkeler arasında en çok dış yabancı yatırımı alan ülke olan Çin’in benimsediği ihracata dayalı büyüme modeli üzerinden ekonomideki hızlı yükselişini aynı dönemler içinde GSMH bakımından 15 trilyon dolar olarak gerçekleştirmesi, zamanla Çin’i ABD’nin küresel ve bölgesel çıkarlarını doğrudan tehdit eder konuma yükseltmiştir. 2008’deki Mortgage (emlak sektörüyle başlayan) krizinin hızlıca bankacılık sektörüne sirayet etmesiyle küresel finansal kriz boyutu kazanmasıyla birlikte küresel ticaret ve gelir dağılımı içinden yeterli pay alamayan sınıfların milliyetçi popülist akımlarda kitleselleşmeleriyle birlikte, demokrasilerdeki gerilemelerden yeni fırsat alanları yakalayan Çin Komünist Partisinin serbest piyasa koşullarını devlet kontrolünde özel sektör teşvikleriyle güçlendirerek, kalkınma ve büyüme ortamını destekleyerek rejiminin güvenliğine uygun konjonktürü inşa etme yolunu seçmiştir. “Çin uluslararası sistemin önemli bir üyesi oldu. Çin’in geleceği ve kaderi her geçen gün uluslararası toplum ile daha da sıkı bağlı hale gelmektedir. Çin dünyanın geri kalanından izole bir şekilde gelişmesini sürdüremeyeceği gibi dünya da Çin olmadan refah ve istikrarını koruyamaz.” (1)

1) Çin’in Barışçı Yükseliş Teorisi

           Barışçıl Yükseliş doktrini Çin Merkezi Parti Okulu’nun başkan yardımcılığı görevinde bulunmuş ve bugünün devlet başkanı Hu Jintao’nun yakın çalışma arkadaşı olan Zheng Bijian tarafından 2002 yılında ortaya atılmıştır. Batı kaynaklı “Çin tehdidi” teorilerine yanıt verme amacıyla geliştirilmiştir. Zheng ülkesinin teritoryal yayılmacılık ve sert güç enstrümanlarıyla diğer ülkelere meydan okuma gibi bir niyetinin olmadığı, amaçlarının dünya düzenine meydan okuma değil, iş birliğini öne çıkartan yumuşak güç araçlarıyla entegre olmak olduğunu ifade eder. Barışçıl Yükseliş stratejisinin Çin için bir kalkınma yolu ve patikası olduğunu vurgulayan Çinli stratejist, ABD’ye ortak gelişme ve karşılıklı faydaya dayalı bir iş birliği çağrısında bulunur. Zheng’in ortaya attığı doktrin ÇKP’nin en üst karar organı olan ve 2002 yılında on altıncısı toplanan Ulusal Kongre’de de güçlü bir tasvip görmüştür (2) 1978 Xeping Kültür Devrimi ile Çin’in kapalı toplumsal yapısını ekonomik siyasal kültürel alanlardaki eş güdümlü reformlarla uluslararası sisteme eklemleştirme çabasını 1980’de ihracata dayalı büyüme modeliyle pekiştirerek sürdürmüş, yıldan yıla yakalanan %10’luk büyüme oranları ve kırsal alanda yaşayan 100 milyonlarca Çinlinin yoksulluktan kurtulmasıyla 1990’larda BM içinde daha fazla temsil gücü kazanarak yükselen bir güç olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır.2001’de DTÖ’ne üye olarak kurallı ticaret rejimini benimsemesi entegrasyon çabalarında önemli dönüm noktasını oluşturur.11 Eylül 2001 saldırılarında George W.Bush yönetiminin dış politikada güvenlik odaklı yaklaşımında kendisine rakip olarak ‘ siyasal islamı’ terörize etmesi Çin ve Rusya gibi otoriter rejimlerin kendilerine tehdit olarak buldukları unsurların gölgelenmesinde ciddi yarar sağlamıştır. Doğu Türkistan ve Kuzey Kafkasya’da ki unsurları ABD’ye kabul ettiren Pekin yönetimi büyüme ve kalkınmaya odaklanarak Güney Çin Denizi üzerindeki sismik ve sondaj araştırmalarını artırmıştır. Sanıldığı gibi Çin’in ABD’nin küresel hegemonya ve liderlik rolünü ele geçirme gibi hedefi yakın ve orta vadede görünür olmadığını bilakis zenginliğini borçlu olduğu küreselleşmenin devam ettirilmesini savunduğunu gösteren pek çok gelişme yaşanmıştır. 2000 yılında Çin’in önde gelen üniversitelerinden Tsinghua Üniversitesi’nin Yönetim Okulu onursal dekanı Zhu Rongji’nin bir konferansı sırasında, bir öğrencinin “Çin için en büyük güvenlik tehdidi nedir?” sorusuna “ABD ekonomisinde yaşanabilecek bir kırılma/kriz” cevabını vermesi mevcut karşılıklı bağımlılığı göstermesi açısından oldukça manidardır. (3)

2) ABD-Çin Ticaret Savaşlarının karşılılık bağımlılık ilişkisine etkileri

1990’ların ortalarından itibaren ABD Çin yuanının fiyatını düşürmüş, fikri mülkiyet haklarını ihlal ederek ticari eşitsizliği kendi aleyhinde kullanan Çin’e karşı çeşitli dönemlerde yaptırımlar uygulamıştır. 2016 seçimlerinde rakibi olan H. Clinton’ı küresel sermaye gruplarına hizmet etmekle suçlayarak, kapitalizm eşitsizliğinin dışladığı grupların desteğini alarak iktidara gelen Trump’ın ABD için America First (Önce Amerika) ilkesinin kendi döneminde dış politika önceliği olarak Çin’e karşı alüminyum ve çelik ürünlerine karşı %25 ek vergi ve sınırlamalarla korumacı ticareti önceleyen ilişkiyi öne çıkarmasındaki temel motivasyonun First ABD misyonuna uyumlu ABD içindeki istihdamı artırmayı sağlayarak içerdeki iktidarını konsolide ederken diğer yandan Çin’deki ABD’li şirketlerinin ‘Make America Great Again’ (Amerika’yı yeniden harika yap!) misyonuna uyumlu ABD’de üretim yapmalarını sağlamaktır. DTÖ’nün bu konuda yayımladığı raporda küresel ticarette korumacı eğilimlerin arttığı ve ithalatı kısıtlayan engellerin 747 milyar ticaret hacmini kapsadığı ve 2012 yılından beri rekor seviyeye ulaştığı belirtilmektedir. Yüksek vergi ödemek istemeyecek ABD’li şirketlerin Çin’deki yatırımlarını kademeli olarak azaltmalarıyla dış ticaret açığındaki oranın aynı paralelde azalmasına ve ABD aleyhindeki karşılıklı bağımlılık ilişkisinin daha makul seviyede kalması hedeflense de, Çin’e karşı yaptırımların uygulanmasının üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen dış ticaret açığında olağanüstü bir azalma yaşanmamıştır. Aksine Çin 2019 yılının ilk yarısında bütçesinde 106 milyar dolar cari fazla vermiştir. Doğrudan Yabancı yatırım çeken ülke olarak dünyada birinci sırada olan Çin’in dünyanın üretim atölyesi olma misyonunu uzun süre daha sürdüreceği anlaşılmaktadır. Amerikan Ticaret Bakanlığı verilerine göre Çin’in Amerika’ya olan ticaret fazlası da son 10 yılda 83 milyar dolardan 273 milyar dolara yükselmiştir. (4)

3) Çin’in RCEP (Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık) Anlaşması küresel ticarete alternatif oluşturabilir mi?

  Çin’in dünya üretimi ve nüfusunun% 30’nu oluşturan (ASEAN üyeleri) ve Güneydoğu Asya ülkelerini kapsayan 15 ülkeyi bir araya getiren serbest ticaret bölgesini oluşturması, ABD kaynaklı küresel ticaret üzerindeki korumacı eğilimlerin yükselmesine karşı önleyici bariyer oluştururken, diğer yandan da batılı ülkelerden Çin’e yönelik ticari pazarlık şartı olarak görülen insan hakları ve özgürlüklerin kısıtlanması konularındaki Çin Komünist rejimi üzerindeki baskıyı hafifletici konsensüsün sağlanmasında da zemin oluşturmuştur. Japonya’nın da içinde yer aldığı RCEP anlaşmasıyla, anlaşmaya taraf ülkeler arasındaki gümrük vergilerini sıfıra indirerek karşılıklı kazanmaya odaklanan ticari ilişkiler ağında Çin’in ABD’den gelen ekonomik baskılara avantajlı bir manevra sahası oluşturması mevcut büyüme potansiyelini ve tedarik zincirleri üzerindeki tekelini sürdürme istediğinin somut yansımasıdır. Brexit süreciyle İngiltere’nin AB’nden ayrılmasıyla, Avrupa Birliği bütçesinin paylaşımı konusunda ki tartışmaların odağında olan Almanya’nın daha fazla sorumluluk almak zorunda olması, Trans-Atlantik ilişkilerdeki değişmez ittifakların içine gedik açarak ABD’nin Çin’ ile yürüttüğü ticaret savaşlarında Batılı ülkelerin daha çok kaybettiğinin görülmesinden sonra ABD’nin her koşulda yanında yer alan İngiltere’den farklı olarak, Almanya’nın Çin’in Afrika’daki yatırımlarına ortak olmasının önünü açan bir gelişmenin yaşanmasına yol açmıştır. Uluslararası yatırım kuruluşu Goldman Sachs, 2050 yılında Amerikan ekonomisinin büyüklüğü 40 trilyon dolara, Çin’inki ise 70 trilyon dolara yükseleceğini belirtmiştir.

 Tüm uluslararası kredi ve finansal yatırım merkezlerinin Çin üzerindeki pozitif göstergelerin büyüme trendini koruyacağı yönündeki brifingleri açıklamaya devam ediyor olmaları, Batı kaynaklı yaptırımların yerini genişletilmiş stratejik iş birliği alanlarına yoğunlaştıracağı üzerindeki tahminleri güçlendirmektedir.

Engin Topal

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu