Genel

Değişimin Temel Ayakları: Almanya-İngiltere-Fransa Üçgeni

Toplumlar genel kanı itibarıyla mağlubiyetlerden ders alanlar ve mağlup olanlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Uluslararası politikaya hakim olan egemen güçler, mağlup olanın her zaman mağlup kalmasından yana olmaktadır. Son dönem de toplumların inanç, gelenek ve kültürleri üzerinden oluşturulmaya çalışılan Soğuk Savaş benzeri çatışma durumu, yerini alan savaşlarına bırakmaktadır. Beklenenin aksine sınır savaşları oluşması düşük bir ihtimaldir. Küreselleşmenin etkisi ile sınırın neresi olduğu tartışmalı bir durum oluşturmaktadır. İç çatışma hevesinin aksine toplumların sinir uçlarına yapılan baskı denizlerde bir tepkiye dönüşmüştür. Beklenmedik bir çıkış olarak görülmesi mümkün olan deniz anlaşmazlıkları, her zaman olanlar ve hep olduklarını söyleyenler arasında bir politika karmaşası yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Karmaşanın asıl adı ise denizlerdeki hakların nasıl paylaşılacağıdır. Yaşanan sorunun kaynaklarını anlamak ve bu soruna çözüm önerileri bulmak adına Avrupa’nın temel ayakları göz önüne alınmıştır

GİRİŞ
Küresel sistemin geçmişten bugüne en dinamik oyuncularından olan İngiltere, Fransa ve Almanya’nın siyasi tarihin her alanında varlığı ve etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Araştırma konusu edilen devletler dönemsel olarak birbirlerinin önünü ve geleceğini kesmek adına politika üretmişlerdir. 20. yüzyılın ortalarından itibaren baş gösteren ittifak sistemlerinde aynı kutupta yer almaları 21.yüzyılda benzer çıkarlara yönelmelerine de sebep olmuştur. Başta Avrupa Birliği olmak üzere, 1. ve 2. Dünya Savaşları üzerinden bugünkü sorunları açıklamak, son dönem çatışma durumlarındaki çözümsüzlüğün nedenlerini gösterecektir. Temel ayak yaklaşımının temellendirilmesi adına birkaç söylevin belirtilmesi gerekmektedir. Bu konu üzerinde en büyük kitleye sahip olan söylev, “Avrupa’nın lideri Almanya’dır” düşüncesidir.

Bir diğer sorgulayıcı yaklaşım ise Fransa ya da İngiltere’nin Avrupa içerisinde Almanya’nın hegemonyası altında varlığını sürdürmesi gerektiği düşüncesidir. Son olarak en güçlü sav ise 1. ve 2. Dünya Savaşı’nda mağlup olan Almanya’nın, bugün yarım milyar insanı temsil eden AB’nin lideri olarak görülmesi Almanya’nın yeni bir savaşa girişmemesi adına uğraş kapısıdır. Öne sürülen tezlerin tartışılması sorunların temellerini açıklayacaktır.

AVRUPADAKİ MÜTTEFİK
Avrupa, 16.yüzyıla kadar doğu medeniyetlerine nazaran ikinci sınıf bölge olarak görülmektedir. Başta bilim ve ticaret yollarının doğuda bulunuyor olması, doğu imparatorluklarının bu bölgelerde geniş bir hegemonyaya sahip olduğu bilinmektedir. Bu hegemonya ise Avrupa devletlerinin doğudaki hareket alanını kısıtlamıştır. 17.yüzyıldan sonra doğunun istikrarsız bir hal alması, ticaretin yeni keşifler ile el değiştirmesi, toprak üzerine kurulan yayılmacılık yerine bölgesel yayılmacılığın tercih edilmesi gibi çeşitli sebepler doğu medeniyetinin dünya liderliğini Avrupa’ya bırakmasına neden olmuştur. 18.yüzyılın ortalarından sonra çeşitli filozof ve devlet insanının “Birleşik Avrupa” ya da “Avrupa Birleşik Devletleri” (Heywood, 2019, s.660) olarak adlandırılan düşünceleri bugünkü Avrupa Birliği’nin (AB) düşsel temelidir. Ancak dönemin getirdiği şartlar ve durmaksızın devam eden Avrupa içindeki çatışma ve yayılmacılık o dönem bir Birleşik Avrupa medeniyetinin oluşmasına imkan vermemiştir. Düşsel zemini hazır olan ancak bir kurum olarak ortaya çıkmayan Avrupa medeniyeti düşüncesi, 1900’lü yılların başında tartışma konusu haline gelmiştir. 1.Dünya Savaşı’nın ardından bu düşünce egemen devletler adına gerçekliği sorgulanır hal almıştır. 1.Dünya Savaşı konu olarak çok geniş olsa da incelediğimiz durum için yalnızca Almanya, Fransa ve İngiltere üçgenini bilmek yeterli olacaktır. Hemen hemen her dönem içerisinde çatışma veyahut savaş durumunda, doğudaki bir devlet ya da batıdaki bir devlet olması fark etmeksizin her ülke Avrupa içerisinde bir müttefik devlet arayışına girmiştir. Avrupa içerisinde müttefiklik sıklıkla karşımıza Rusya için Fransa, ABD için İngiltere şeklinde çıkmaktadır. Oluşan bu ittifakları sorguladığımızda ise ABD ve Rusya’nın ilişkilerindeki sorunlar karşımıza çıkmaktadır. ABD diplomasisi, Fransa’nın Milletler Cemiyeti’nin içerisinde anlaşmalara aykırı davranma tutumuna rağmen ABD’nin Fransa’nın içinde olmadığı bir Avrupa olamayacağı düşüncesi bu ittifakı meydana getirmiştir. Fransa’nın 2.Dünya Savaşı’nda ABD’nin desteği ile zafere ulaşması Fransa’nın ABD’nin güdümüne girdiği görüşünü desteklemektedir. Ortaya çıkan Soğuk Savaş dönemi içerisinde ise Rusya-ABD ilişkilerinde tampon devlet ihtiyacını da Fransa’nın üstlenmesine yol açmıştır. Rusya için Fransa’nın önemi uzun yıllardır duyduğumuz Rusların sıcak denizlere inme politikasının bir gereğidir. Rusya’nın başta Akdeniz havzasında güçlü olma arzusu, müttefik olarak güçlü bir Türkiye ile değil Avrupa ve Rusya güdümündeki Yunanistan ile olmasıdır. Avrupa Müttefikliği, batı olarak kastettiğimiz ABD hegemonyasının Avrupa’da müttefik ordusu kurmayı bir politika olarak hayata geçirmesi bugünün Avrupa Birliği’ni şekillendirmiştir. Müttefik ordusu bir askeri yapıdan ziyade yeni ticaret, kültür ve ideoloji ihracının merkezi halini almıştır. Milletler Cemiyeti olarak bildiğimiz bugünkü Birleşmiş Milletler’in ilk hali, bu hedefin ilk adımı olmuştur. 1.Dünya Savaşı’nın ardından dönemin ABD başkanı Woodrow Wilson’ın, 18 Ocak 1918 yılında ABD kongresinde yaptığı konuşmada bahsettiği on dört madde (Hasgüler, 2018, s. 100) ekseninde Milletler Cemiyeti’nin kendisi ile anılmasını sağlamıştır. Asli amacı savaş durumunun sonlandırılması olan Milletler Cemiyeti, mevcut statükoyu dahi koruyamayarak yeni bir savaş durumu oluşmasına zemin hazırlamıştır. Oluşan yeni savaş durumunun temellerinde savaştan mağlup ayrılan Almanya’nın ağır savaş tazminatı altında ezilmesi başı çekmiştir. Yalnızca mağlup Almanya’ya değil galip tarafta olan İtalya’ya mağlup devlet gibi muamele edilmesi de Milletler Cemiyeti’nin hatası olarak görülmektedir. Faşist iktidarların doğuşu ile başlayan, merkezi Avrupa olan 2.Dünya Savaşı için değişimin temel ayakları olan üçgen içerisinde Almanya’yı tepe noktası olarak almak gerekecektir. AB’nin oluşması ile birlikte ABD’nin ve Fransa’nın hedef politikası gerçekleşmiştir.

Gerçekleşen ABD- Fransa politikası Almanya’nın yalnızca Avrupa ile ilgilenmesi üzerine kurulmuştur. Almanya’nın bölgenin liderliğini yapmasını sağlayarak geçmişte Almanya’ya yaşatılan ağır bedellerin gün yüzüne çıkmasının önlenmesi, Alman tam bağımsızlığının politik açıdan söz konusu hale gelmemesi adına yapılan politika şeklinde açıklamak mümkündür.

ALMANYA-İNGİLTERE-FRANSA
1.Dünya Savaşı tarihsel olarak 1918 yılında sona ermiştir ancak getirdiği yıkım ve adaletsizlik 1939 yılına kadar sürmüştür. 9 Ocak 1905’teki “Kanlı Pazar’ın” (Hasgüler, 2018, s. 97) ardından başlayan değişim, Ağustos 1906’da İran yeni Anayasası (Hasgüler, 2018, s. 98), 1908’de Osmanlı İmparatorluğu’nda tekrarlanan Kanun-i Esasi (Hasgüler, 2018, s. 98) ile özgürleşmenin anlamını idrak eden halkların adaletsiz toprak ve hak paylaşımına bir daha göz yummayacağının ilk adımları olmuştur. Doğu medeniyetleri olarak gördüğümüz bu toplumlar, 1.Dünya savaşı ile uzun soluklu bir Avrupa mücadelesinde boy göstermişlerdir. Almanya 1.Dünya Savaşı’ndan güçlü mağlup devlet olarak ayrılmıştır. Güçlü mağlup devlet sayılan Almanya, Milletler Cemiyeti ile yüklenen ağır tazminatları engellemek ve yeniden büyük Almanya’nın kurulması arzusu ile 2.Dünya Savaşı’nın başat aktörü olmuştur. Ancak bu savaştan da mağlup ayrılmıştır. 1.ve 2. Dünya Savaşı’nda yenilmesine rağmen tekrar ekonomik ve askeri alanda ayağa kalkan Almanya’nın artık bir üçüncü savaş için heveslenmesine izin vermenin daha da büyük bir yıkım getireceği düşünülmüştür. Başta Fransa ve İngiltere, 20.yüzyılın sonlarında politikalarını böyle bir olayın gerçekleşmemesi
adına değiştirmişlerdir. 18.yüzyıl deniz egemen Fransa’sı ve 19.yüzyıldaki denizlerin hakimi İngiltere, 21.yüzyılda da bu durumun yeniden oluşmasını amaçlayarak hareket etmektedir. 21. yüzyılda ABD ve AB dışından herhangi bir ülkenin o dönemlerde ulaştıkları deniz egemenliğine ulaşmasına izin vermemek adına politika üretmekte ve müttefiklerini bu yönde seçmektedirler. Enerji arzının doruk noktasına ulaşması ve covid-19 pandemisi ile başlayan ucuz ve hızlı ticaretin denizlerden geçmesi, denize çıkışı olan bütün ülkelerin politikalarını revize etmesini gerektiren bir durumu ortaya çıkartmıştır. Uluslararası İlişkilerin değişmez olgusu olan Uluslararası İlişkilerde dostluklar değil çıkarlar vardır düşüncesi son dönemde Rusya-Fransa-Yunanistan müttefiklik duruşunu açıklamak adına yeterli olacaktır. 21.yüzyılın bir gerçeği olarak karşılaştığımız denizlerdeki hak ve menfaatlerin paylaşım sorunu yayılmacılık ve sömürgecilik ruhunu kaybetmeyen devletlerin, sömürge olarak görmek isteyecekleri ülkeler üzerinde bir çatışmanın başlaması adına yoğun çaba harcamalarına sebep olacaktır. Bu çatışmaların denizlerde değil toplumların inanç, kültür ve gelecek hayalleri üzerinde olması amaç edinilmektedir. Düşünce üzerinden oluşturulmak istenen savaşların bir sonraki ayağını ise covid-19 pandemisi ile başlayan ekonomik sorunları bertaraf etmek adına denizlere yönelen devletlerin, karada kalarak sınır komşuları ile kara çatışmasına girmesi olacaktır. Yayılmacı devletlerin inanç çatışmasını arzu etmesinin temeli ise toplumların menfaatlerinin inançlarından sonra geldiği düşüncesinin yerleşmiş olmasıdır. 21.yüzyılda bu düşünce denize çıkışı olmayan toplumlar için ne kadar doğru ise denize çıkışı olan toplumlar
için bir o kadar yanlış olacaktır. Bugün, yüzyıllar önce kendi menfaatleri adına sömürge faaliyetinde bulunan devletlerin inanç temelli çatışmanın oluşması gerektiğini savunması, çıkarların ikinci planda kalmasının kendilerine alan sağlayacağı düşüncesinin yaygınlaşmasıdır. Toplumlar inançları adına günlük düşünce saldırıları için savaşmaktansa inançlarının bir daha saldırıya uğramaması adına önce menfaatleri için savaşacaktır.

SONUÇ
18.yüzyıldaki sömürgecilik ruhu ile hareket eden devletler tarihten örnekler vererek tarihin tekerrür edeceğini söylemektedirler. Ancak tarihin tekerrür sisteminin anlaşılamaması bu durumun en büyük göstergesidir. Tarih, ders almayanlar adına tekerrür edecektir bu da yüzyıllar öncesindeki sömürgecilik ve yayılmacılık politikalarının bugünün düşünen ve konuşan toplumlarında gerçekleşmeyeceğini gösterecektir. Geçmişten bugüne süregelen uluslararası ilişkiler düşüncesi toplumların tepkilerine göre şekillenmiştir. Uluslararası aktörlerin tutum ve davranışları karar verdikleri toplumların kültür, gelenek ve inançlarını gözeterek üzerinde çalışılan genel anlamda çatışma hali olarak karşımıza çıkmaktadır. Aktörler karar verirken kendi organizasyonlarına yarar sağlamaktan çok zarar vermemek adına karar vermektedirler. İlk toplumların denize çıkışları ile başlayan sınır ve menfaat çatışmaları bugün de karşımıza çıkmaktadır. Yüzyıllar içerisinde kara savaşlarının bir uzantısı olarak görülen ve toprakları kolay şekilde ele geçirmek, devletleri denizden boğmak adına kullanılan deniz çatışmaları, bugün menfaat sağlamak için değil haklı menfaatlerini korumak adına devletlerin kuruluş politikalarını gerçekleştirmek için kullanılacaktır. Uluslararası ilişkilerde politikalar toplumların benzer olaylara geçmişte nasıl tepki verdiklerine ve gelecekte nasıl tepki vereceklerine göre kurgulanmaktadır. Ancak toplumların bu politikalardaki konumu yaşanan olaylara göre öngörülemez bir hal almaktadır. İç siyaset adına inanç ve değerlere saldırılması, ve 19.yüzyıl refleksi ile hareket edilmesi, 21.yüzyılın değil dönüşümün zararına olacaktır.

Furkan Kanbur

KAYNAKÇA
Heywood, Andrew: Küresel Siyaset çev. Prof.Dr. Nasuh Uslu ve Prof.Dr. Haluk Özdemir.
İstanbul: Felix Kitap, 2019.
Hasgüler, Mehmet ve Mehmet B. Uludağ: Uluslararası Örgütler, Ankara: Alfa Yayımcılık,
2018.
Fırat, Melek. “Soğuk Savaş Sonrası Fransa’nın Dış Politikası” Ankara Üniversitesi SBF
Dergisi 64, sy. 1 (2009): 115-163.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu