Genel

Küresel İlişkiler ve İnsan Hakları – 5.Bölüm

Uluslararası Örgütler ve Küresel İlişkiler

Uluslararası örgütlerin insan hakları mücadelesine etkin olarak destek vermek ve bütün devletleri kendilerinin üstünde olan bir sürece dahil etmek için var oldukları bilinmektedir. Ve içinde bulunduğumuz bu çağda insan haklarının gelişimini destekleyen, insan hakları ihlallerini tespit eden ve bu konularda insanlığı bilgilendiren uluslararası kuruluşların varlığı elzemdir. Ki bunların insan haklarını koruma noktasında ne kadar büyük önem arz ettiğinin farkında olmak gerekmektedir.

“Konunun önemini tam anlamıyla kavrayabilmek ve uluslararası örgütlerin küresel ilişkiler düzenin içerisindeki yerini anlayabilmek için onların yapısını da bilmek gerekmektedir. Örgütler Uluslararası İlişkilerin en dinamik, dinamik olduğu kadar da tartışmalı konularının başında gelmektedir.”[1]

Dinamik bir yapısı olması dolayısıyla uluslararası örgütlerin sürekli olarak değişen dünya düzenine ve algısına ayak uydurmak için kendilerini güncellediklerini söylemek yerinde olacaktır. İnsan Hakları konusunda da çalışan uluslararası örgütlerin bilişim çağının yeniliklerini yakından takip ettikleri bilinmektedir. Hak kavramını teknolojik gelişmelere ve toplumun değişen sosyolojik yapılarına da uyumlu hale getirerek güncellemektedirler. Bölgesel düzeyde yapılan çalışmalardan da kopuk olmadan, küresel bir anlayış oluşturma ve mücadele yöntemi belirleme gibi önemli konularda adımlar atmaya devam etmektedirler.[2]

Uluslararası örgütlerle ilgili birbirine tamamen zıt olan görüşler mevcuttur. Henüz bu kuruluşların görev tanımları için net bir çerçeve oluşturulamamıştır. Halbuki uluslararası örgütlerin, küresel krizlere karşı devletlerin iş birliği içinde yürütmesi gereken çalışmaların çatısı olması gerekmektedir. Etkin ve başarılı bir mücadelenin ilk ve en önemli aracı ortak bir fikir ve anlayış içinde çalışmaktır. Elbette uluslararası örgütlerin kuruluşlarına bazı devletlerin öncülük etmiş olması sistem içindeki olağan bir gelişmedir. Maalesef bu kuruluşlar, öncü olan devletlere karşı pozitif ayrımcılık gözetmektedirler. Bu şekilde bir muamele, yürütülen insan hakları mücadelesinin temellerine aykırı bir anlayış ifade etmektedir. Nitekim günümüzde yürütülen çalışmaların güvenirliğinin sorgulanması ve bu kuruluşların tüm devletler tarafından benimsenememiş olması bu fikir ayrılığından kaynaklıdır. “Kimileri örgütler yoluyla global topluma veya bir dünya devletine ulaşmayı hayal ediyor; kimileri ise asıl olanın devletler olduğunda ısrar edip, örgütleri devletlerin birer kuklası olarak görüyorlar.”[3]

İnsan hakları çerçevesinde çalışan uluslararası kuruluşların yaptığı çalışmaların en temel amacı, bu mücadele için küresel bir anlayış oluşturmaktır. Bu sebeple, bütün devletlerde insan hakları konusundaki gelişmeleri takip etmektedirler. Devletlere çeşitli önerilerde bulunarak sürece olumlu bir yön vermek ve insan haklarını gündemin üstünde tutma çabası içinde hareket etmektedirler. Gelişmeleri yakından takip ederek raporlar oluşturmalarının amacı, mücadelenin dinamizmine uygun bir tavır sergilemektir. Bu raporlar, devletlerin kendi içlerindeki ilerleme ve gelişme sürecini hukuki açıdan değerlendirerek bunu uluslararası sürece dahil edip her iki sistem içerisinde de gerekli incelemeler yapılarak hazırlanmaktadır. Yayınladıkları raporlar birçok insan hakkını ayrı ayrı ele alması açısından oldukça kapsamlıdır. Doğal ve temel hakların yanında sosyal ve ekonomik hakların da gelişim süreçlerini değerlendirir, eksikliklerini tespit eder ve hukuki sürecin işleyişi ile ilgili aksaklıklar olup olmadığını takip etmektedirler.[4]

Bu güzel gelişmelerin eksik bir yanı olduğunu söylemeden yalnızca olumlu kısımlarını ele almak gerçeklikten uzak bir değerlendirme olacaktır. Yayınlanan raporlar, bazı devletler için büyük önem arz etmekte fakat özellikle güçlü ve uluslararası düzende büyük oranda söz sahibi olan devletler için göz ardı edilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler için uluslararası kuruluşlara üye olma sürecinde büyük önem arz etmektedir.  Ayrıca bu raporlara göre devletler, imzaladıkları sözleşmeler kapsamında uluslararası hukukta ve küresel anlamda iş birliği içinde bulundukları devletlere, hatta haberleşmenin altın çağında olduğumuz bu yüzyılda aslında bütün insanlığa karşı bir sorumluluk taşımaktadırlar.  

Bu kuruluşların raporlarının, çalışmalarının ve ele aldıkları ihlaller konusunun şeffaflığı ve güvenirliği konusunda da birtakım tereddütler mevcuttur. Küresel ilişkilere yön veren bu kuruluşlar bağımsız ve devletler üstü olarak kurulmuş ve yönetiliyor olsa bile akıllarda bazı soru işaretleri bırakmaktadır. Bu konuda Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) ve Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü) birçok kez eleştiriye maruz kalmışlardır.[5]

Eleştirilerin bizi dönüp dolaşıp eşitlik konusuna tekrar getirdiğini görmekteyiz. Çünkü yapılan eleştirilerin sebebi, kürede yaşayan bütün insanların haklarının eşit derecede savunulması gerekliliğinden ve uluslararası örgütlerin bu konudaki yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Her iki kuruluşun da raporları incelendiğinde, genellikle Ortadoğu’daki az gelişmiş ve iç savaş dolayısıyla büyük bir karmaşanın içinde bulunan devletlerdeki hak ihlallerinden bahsettiklerini ve bu konuda güçlü bir kamuoyu oluşturduklarını görmek mümkündür.  Sosyal medya aracılığıyla birçok proje yürütmeleri ve herhangi bir devletten finansal destek almamaları bu kuruluşları güçlü kılmaktadır. Hatta çalışanlarının birçok farklı ülkeden olması da takdir edilmesi gereken bir başka özelliktir. Yine de Kuzeydeki devletlerin yapmış olduğu hak ihlallerini göz ardı etmeleri onlara olan güveni olumsuz olarak etkilemiştir. Bu konuda açıkça eleştirildiklerini söylemek yerinde olacaktır.[6]

 Uluslararası kuruluşların yapmış olduğu çalışmaların insan hakları mücadelesinde ne kadar önemli olduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Özgürlükler ülkesi olarak bilinen Amerika Birleşik Devletleri’nin özellikle bu kuruluşlara destek vermiş olması hatta kurulmasına öncülük etmiş olması da önemlidir. Çünkü bu çabalarının uluslararası arenadaki imajını düzeltmek, yerini korumak ve saygınlığını kaybetmemek için attığı önemli adımlardan olduğu düşünülmektedir. Lakin dikkatlerden kaçmak ne kadar mümkün olabilir?

Sosyal medya ya da iletişim araçları ile hızla yayılan haberlere engel olunamayan bir çağda yaşadığımızı da unutmamak gerekir. Dünyanın herhangi bir yerinde bir insana karşı işlenen suçtan tüm dünya aynı anda ve kolaylıkla haberdar olabilmektedir. Günümüzde hala ırk ayrımcılığının neredeyse bütün ülkelerde devam ettiğinden bahsetmek yanlış olmayacaktır. ABD’de Afrika kökenli vatandaşlara karşı yapılan ırk ayrımcılığından bıkan insanların ayaklanmalarından tüm dünya haberdardır. Sürekli olarak gündeme gelmesi bir farkındalık oluşturmaktan çok artık alışılabilir bir eylem olması sonucunu doğurmuştur. Üstelik bütün sosyal medya mecralarında, kitle iletişim araçlarında yer alan haberlerde defalarca kınanan eylemler olmasına rağmen, bütün bunlar ABD’yi herhangi bir sorumluluk alma konusunda bir sürece doğru yönlendirememiştir. Yalnızca birkaç kınama eyleminden öteye geçmeyen sözler sarf edilerek konuların gündemden düşürüldüğüne şahit olunmuştur.

Tüm bu gelişmeler ışığında ABD, Ortadoğu’da söz sahibi olmak ve güç yarışından çekilmemek adına attığı bütün adımlarında haklı gerekçeler öne sürmektedir. Bu davranışı, insan hakları ihlali ile suçlanmaktan endişe duyması dolayısıyla yaptığı bir eylemlerdir. Bu sebeple bakıldığında yine BM şartları ile çelişen bir durumun içerisinde kalınmaktadır. Bütün devletlerin tam bir iş birliği içinde hareket etmelerini engelleyen güç savaşı, insan haklarını haklı bir mücadele olmaktan başka bir aşamaya geçirememiştir. İnsan haklarının, uluslararası anlaşmalar ve uluslararası örgütlerin temel şartlarından olması gerektiği tüm devletlerin hemfikir olduğu bir mevzudur. Buna rağmen devletler birbirlerini destekler nitelikte adımlar atmakta geç kalmışlardır. Her devlet kendi çıkarlarını zedeleyeceğinden çekinerek ortaklaşa bir mücadele yürütme konusunda pasif kalmıştır.

Oysa ki küresel yoksulluk, küresel terör, küresel şiddet, küresel göç, küresel iklim krizi ve küresel salgın gibi konular devletleri mutlak bir iş birliğine mecbur bırakan, insan hakları kavramıyla doğrudan ilişkili sorunlardır. Yukarda da defalarca ifade edildiği gibi bu sorunların üstesinden devletlerin tek başına gelmeleri mümkün değildir.

Bir devlette çıkan iç savaş sonucu küresel göç sorununun ortaya çıkması mümkündür. Ki günümüzde Suriye iç savaşından kaçan mülteciler, Arap Baharı sonrası Ortadoğu ülkelerinden Avrupa’ya doğru oluşan bir göç ağı söz konusu olmuştur. Göç eden insanların kaçıp kurtulma çabasıyla hareket etmeleri, çaresizce sığınma talep etmeleri ve bu kaçış sürecinde yaşadıkları zorluklar tek tek ele alınırsa insanlığın buna bir an önce bir çare üretmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Göç eden insanların herhangi bir ülkenin vatandaşlığına kabul edilmemiş olmalarından kaynaklanan hak kayıpları yaşanmaktadır. Mültecileri koruma amacıyla oluşturulduğu söylenen kampların ne derece insanca bir yaşam standardı sunduğu da tartışmaya açıktır. Küreselleşme sürecinde sınırların ortadan kalktığını ve herkesin bir devletin ya da ulusun değil de dünya vatandaşı olduğu görüşünü savunanların mülteci sorununu görmezden gelmekte oldukları kanısına varılabilir.[7]

SONUÇ

İnsan hakları insanın hak ettiği değere kavuşabilmesi amacıyla savunulan evrensel bir kavramdır. Tanımlamaların kısırlaştırdığı döngülerden çok daha fazla anlam ifade ettiği için çerçevesi net olarak çizilememiştir. Sürekli olarak değişen ve gelişen bir dünyada ve uluslararası düzende yaşıyor olmamız, bize insan hakları kavramının her daim yenilenmeye ve geliştirilmeye duyduğu ihtiyacı açıkça göstermektedir.

İlk insandan bu yana devam ettiğini ileri sürdüğümüz bu mücadelenin tabiri caizse kıyamete kadar devam edeceği düşüncesinin gerçeklik payı yadsınamaz. Tarihsel sürecinin her aşaması ayrı ayrı incelenerek gelişim sürecinin netleştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca eksik yönleri özgürce eleştirilebilmelidir. İnsan hakları kavramının gelişimini tamamlayabilmesi için bu bakış açısına ihtiyaç vardır. Bu mücadele bir bütün olarak ele alınıp daima ileriye gitmeyi hedefleyen bir yol haritası çizmelidir. Zira geçmişte tekrar tekrar yapılan hatalar insan haklarının korunması sürecini zayıflatmış ve istenilen hedefe ulaşmayı geciktirmiştir. 21. yüzyılda hala hepimizin en büyük mücadelesi olmaya devam etmektedir.

 İnsan hakları kavramının birleştirici bir özelliği olmasından dolayı tüm küreyi etkisi altına alması ve bütün insanlığı büyük bir amaç için bir araya getirmesi umulmuştur. Fakat bunun bir tahayyülden ibaret olduğunu savunan ve iş birliğine sıcak bakmayan devletler de mevcuttur.

İnsan hakları; küresel anlamda ortak bir görüşten, uzlaşıdan, mücadeleden ve yaptırımdan uzak, büyük güçler tarafından desteklenen uluslararası örgütlerin yaptığı ve yapacağı çalışmaların tekelinde kalmış ve tam anlamıyla istenilen düzeye erişememiştir.

Realist teorinin uluslararası ilişkilerde hala en etkili teori olmasının da bu başarısızlıktaki payı büyüktür. Uluslararası düzenin küreselleşme ile beraber değiştiği veya dönüştüğü savunulmaktadır. Fakat Vestfalyan sistemden uzaklaşamayan uluslararası düzenin, başat konularından birinin halen devlet egemenliği olması dolayısıyla bireyler yeterince öncelik sahibi olamamıştır.[8] 

Güç savaşı, bölgesel hakimiyet arzusu, uluslararası düzeni inşa etme ve düzene yön verme mücadelesi devam etmektedir. Böyle bir uluslararası düzen içerisinde küresel bir toplum oluşturma, dünya vatandaşı olma, küresel bir mücadele de omuz omuza yer alma kavramları öylesine sarf edilen, tahayyül edilen olgular olarak kalmaya devam edecektir.

Oysa ki bir dünya devleti oluşturma ve bütün insanları bir dünya vatandaşı statüsüne taşıma hayalden uzak gerçeğe yakındır. İnsanoğlu kendi kurduğu düzenin kölesi olmaktan vazgeçmelidir. Bu düzeni; yeni, iyileştirilmiş ve çağa uygun bir hale getirebileceğinin farkında olabilmelidir. Değişim ve dönüşüm her zaman ve her sistemde sancılıdır, zorlayıcıdır. Yeni olan her şey bizim için bilinmezliğe doğru adım atma korkusu ve endişesi yaratmaktadır. Lakin bu iyiye doğru olan değişim ve gelişim imkânsız değildir. Bugün içinde yaşadığımız ve alıştığımız düzen, bize süreci kontrol etme gücünü verse de ya da gelecekle ilgili çıkarımlar yapma konusunda bir avantaj sağlasa da bizi daha iyiye doğru gitmekten alıkoymaktadır.

Yeryüzünde yaşayan bütün insanların geleneksel düşüncelerinden sıyrılarak evrenselliğe ulaşma çabası içinde olması mümkündür. Bunun ilk aşaması olarak devlet egemenliğinin artık eski çağların konusu olduğu kabul edilmeli ve bireyin etkin ve önemli olduğu görüşü desteklenmelidir. Sınırlar aşılmalı, uluslararası örgütlerin yapılanması yeniden gözden geçirilmelidir. Gerekirse temel şartlardan olan devlet egemenliği kavramı yeniden tanımlanmalıdır. Egemenliğin sınırları çizilerek net bir çerçeve oluşturulmalıdır. Bu şekilde uluslararası örgütlerin de yapacağı çalışmaların net bir tanımlamasını yapmak da mümkün olacaktır. Aksi takdirde herhangi bir yaptırım olmaksızın sadece sözde etkili olmaktan öteye geçemeyeceklerdir.

İçinde bulunduğumuz Covid-19 salgın süreci de bütün insanlığı farklı açılardan etkilemiştir. Böylesine bütün küreyi etkisi altına alan bir durum veya olgu söz konusuyken ulusal çabalar herhangi bir anlam ifade etmekten yoksundur. Salgın sürecinde işsiz kalan ve sosyal güvenceleri olmayan insanların yaşadığı hak kayıpları açıkça görülmektedir. Sosyal izolasyon zorunluluğu sebebiyle sanal dünyada iletişim kurmaya çalışan insanların, eğitim öğretim devamlılığını sağlamaya çalışan öğrencilerin maruz kaldığı siber suçlar aynı şekilde sorun teşkil etmektedir. Eğitimden mahrum kalan bireyler, haber alma özgürlüğü kısıtlanan toplumlar, tedaviye muhtaç oldukları halde sağlıklı yaşama hakkını elde etmekten yoksun kalmış birçok insan mevcuttur. Tüm bu sorunlar bize insan haklarının önemini, geliştirilmeye ve desteklenmeye muhtaç oluşunu ispat etmiştir.  Ayrıca iş birliği olmaksızın başarının söz konusu olmadığı gerçeğini de açıkça göstermiştir.

Uluslararası düzen, devletlerin çıkarlarına değil insanlığa hizmet etmelidir.

Elife Zehra Yıldırım


[1]Şaban H. Çalış, “Uluslararası Örgütler: Kavramlar, Kuramlar ve Tarihi Başlangıçlar”, Şaban H. Çalış ve Erdem Özlük (Ed.), Küresel İlişkiler Çağında Uluslararası Örgütler, Konya: Çizgi Kitabevi, 2018, s. 13.

[2]Ümran Güneş, “Hükümet Dışı Uluslararası Örgütler ve İnsan Hakları”, 24 Ağustos 2016 https://www.tuicakademi.org/hukumet-disi-uluslararasi-orgutler-insan-haklari (11.02.2021)

[3] Çalış, “Uluslararası örgütler”, s.14.

[4] Güneş, “Hükümet Dışı Uluslararası”.

[5] Çoban, “Küreselleşme Sürecinde”, s. 127.

[6] George Ritzer, Küresel Dünya, çev. Melih Pekdemir, İstanbul: Ayrıntı, 2020, ss.415-443.

[7] Lülüfer Körükmez, “İnsani Krizler Çağında İnsan Hakları”, Yeni Bir İnsan Hakları      Hareketine Doğru: Küresel İnsan Hakları Krizi Karşısında Ne Yapmalı? Sempozyumu, Ankara: 3-7 Ekim 2020, s.36.

[8] Şaban Kardaş, “İnsan Hakları Siyaseti ve Uluslararası İlişkiler: Realist Temelleri Yeniden       Düşünmek”, Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Sayı 56, 2019, ss.121-150.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu