Irkçılık Üzerine (A36)

Çağdaş anlamda ırkçılığın tarihinin 15. yüzyılın son çeyreğine dayandığı ve bu dönemde başlayan koloniciliğin bir ürünü olduğu savunulmaktadır. Yaklaşık altı asırdır dünya üzerinde ırkçılığın şiddetli örnekleri görülmektedir. Başta Amerika Kıtasında Kızılderili Soykırımı, Afrika’daki Herero ve Namaka Soykırımı ve son olarak Avrupa’da Yahudi Soykırımı örnekler olarak verilebilir. Günümüzde de hala insanların ten renkleri ve dinleri üzerinden ırkçılığa maruz kaldıkları görülmektedir. 25 Mayıs 2020’de polis memuru Derek Chauvin’in kelepçeli şekilde yere yüzüstü yatırdığı Afro-Amerikalı şüpheli George Floyd’un boynuna 8 dakika 46 saniye boyunca diziyle bastırarak öldürmesi olayı basında büyük yankılar bulurken bu olay aynı zamanda ırkçılığın bitmediğinin de bir göstergesi olmuştur.
Irkçılık; biyolojik belirleyiciler üzerinde yükselen, kişiyi biyolojik ve fiziksel özelliklerine hapseden, ırklar arasında hiyerarşik ilişkiler kuran düşünce, davranış ve tutumlar olarak ele alınmaktaydı. Irksal sınıflamanın bilimsel olarak çürütülmesi bu basit ilişkiyi baltalamıştır. Kapitalist ilişkiler, küreselleşme, göç gibi nedenlerle aynı hinterlandı ve rantı paylaşmak zorunda kalan farklı kültür, din ve geçmişe sahip insanların birbiriyle daha yakından ilişkiye girmesi ise ırkçılığın dönüşmesini sağlamış ve Yeni- Irkçılık terimi ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda ırkçılığın dönüştüğü görülmektedir.
Yeni Dünya Düzenini oluşturmada yetersiz kalınması nedeniyle, giderek politikleşen, kontrolsüzleşen ve gerilimleri körükleyen yeni küresel ırkçı anlayış günümüz dünyasında hakimiyet kurmuştur. Dil, din, ırk ve ten rengi fark etmeksizin insanların eşit haklara sahip olmadığı medyalar aracılığıyla gözler önüne serilmektedir. Irkçı söylemler ve uygulamalar, Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde, çeşitli devletlerde farklı biçimler almaktadır. Örnek vermek gerekirse, Pegida (Patriotic Europeans Against the Islamization of the West) “Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar” hareketi Batı’daki İslamofobiyi gözler önüne sermektedir. Her fırsatta kendilerini demokratik ve laik (seküler) grubun içinde varsayan devletlerin göçmen karşıtlığı, ulusal-etnik kimliğe yönelik ırkçı söylemlerin içinde yer aldığı görülmektedir. Küreselleşme böyle karmaşık ilişkiler örüntüsü ile nihai sömürü hedefine ulaşmak için, çift yönlü ırkçılık tasarlamaktadır.
Minel Kaya & Edanur Doğan